“Hiçbir şey, öğrenmemiz gerekeni bize öğretmeden başımızdan gitmez". Pema Chödrön
Özellikle iş hayatındaki görüşmelerimizde bize sıklıkla deneyimlerimiz sorulur. Genç arkadaşlarımız bazen biraz tedirginlikle okul hayatlarına yoğunlaşırlar, daha yaş almış olan bizler ise çoğunlukla yine iş hayatında yaptıklarımızı anlatır da anlatırız. Hatta bazen yaptıklarımızı içimizden başkalarının yaptıkları ile kıyaslayıp moralimizi bozduğumuz veya havalara girdiğimiz de olur.
Oysa eğitim kuramcısı David Kolb’a göre ne yaptığımızdan çok deneyimlerimizden ne öğrendiğimiz ve bunları hayatımıza nasıl taşıdığımız önemlidir. Aslında deneyimlerimiz, tüm yaşanmışlıklarımızı içerir.
Şimdi derin bir nefes alın, gözlerinizi kapatın ve şu ana kadarki tüm yaşantılarınıza dönüp bir bakın! Sıkıntılı bir döneminizi/deneyiminizi gözünüzün önüne getirin. İş hayatınızdan veya özel hayatınızdan bir dönem seçebilirsiniz.
Hazırsanız sorum şu: Anımsadığınız bu dönemde ne yaşadınız ve ne öğrendiniz? Zor bir soru sorduğumun farkındayım. Yine de yazının sonuna kadar benimle kalmanızı rica edeceğim. Zira sıkıntıyı zaten yaşamışsınız, amacımız tüm bu yaşanan sıkıntının bir şeye hizmet etmesi.
3 tip öğrenme:
CCL’e (Creative Center for Leadership) göre yaşadıklarımızdan 3 tip öğrenme potansiyelimiz var. Bir örnekle anlatmaya çalışayım. Varsayalım işiniz gereği az gelişmiş bir ülkeye yaşamaya gittiniz. Sizi biraz zorlu bir dönem ve beraberinde potansiyel olarak aşağıdaki 3 tip öğrenme bekliyor:
• İşi öğrenme: İşinizin gittiğiniz ülkede nasıl yapıldığını öğrenme
• İnsanı öğrenme: O ülkenin insanlarının davranışlarını öğrenme
• Kendini öğrenme: Kendinizin ne yaşadığını, nerelerde takıldığını ve parladığını öğrenme
Bunların hepsi potansiyel öğrenmedir. Biz maalesef çoğu zaman, hayatın hızından, kimi zaman da kendi iç dünyamızdaki engellerden ötürü öğrenme tam gerçekleşmeden deneyimlerimizden uzaklaşırız.
Oysa ki en değerli olan deneyim, üzerinde konuşup/tartışıp, en fazla öğrenimi sağladığımız deneyim oluyor. Dersimizi çıkarmadıysak tıpkı okuldaki gibi geçemediğimiz derslerde takılmaya devam ediyoruz. Takılmamak için benzer deneyimlerin olduğu olasılıklardan kaçabiliyoruz ve bunu yaparak aslında kendimizi kısıtlıyoruz. Bu kısıtlama kariyerimizde veya özel hayatımızda bir noktada takılıp kalmamıza sebep olabiliyor. En iyi ihtimalle ise sıkıntıyı boşuna yaşamış, acıyı boşuna çekmiş oluyoruz.
Kadim inanışlarda söz edildiği gibi, insanın kendini öğrenmesi ve bilmesi belki de hayattaki en zor şey! Bu da en sıkıntılı deneyimlerimiz sayesinde oluyor. Bu sebeple ben bu yazımda, en sıkıntılı deneyimlerimizle ilgili yapabileceklerimize odaklanacağım.
Sıkıntılı Zamanlarımız Nasıldır?
Sıkıntılı dönemlerimizde ve sonrasında bizi çok az kişinin anladığını düşünürüz. Derdimize derman ararken bizi en iyi anlayanın bizim gibi damdan düşenler olduğunu biliriz ve dermanı benzer deneyimleri yaşayanlarda arar, bu kişilerle yakınlaşırız.
Bu deneyimleri zor yapanlardan biri de kendimizle ilgili öğrenme ve yeniden şekillenmedir. İnançlarımız, varsayımlarımız ve değer yargılarımız sarsılır, içimizde yerli yerinde durduğunu sandığımız birçok taş, hareket edip oynamaya başlar.
Kimi zaman suçlu ararız. Suçlu bazen ilişki içinde olduğumuz kişiler, kurumlar, bazen bir yönetici veya ebeveyn tarzı otorite figürü, bazen de kader, insanlık, Tanrı gibi daha soyut kavramlar olabilir. Bazılarımız da sürekli kendimize yükler, kendimizi hırpalar dururuz.
Kimi zaman da karşımıza çıkan deneyim, o anki duygu kapasitemizi aşar ve bize çok ağır gelir. Deneyimi reddeder, ona yabancılaşırız, hatta hiç yaşanmamış gibi üzerini kapatmaya çalışırız.
Oysa reddedip yadsıdığımız deneyimlerimiz söylenmemiş hikayeler olarak içimizde büyürler ve bizi içten çürütürler. Bir parçamız, hayatı sebebini çözemediğimiz acı bir tatla yaşamaya devam eder.
Bazen de bu sıkıntılı dönemden hayatımızın en değerli derslerini çıkarırız. O karanlık, yapışkan bataklıklarda bulduğumuz mücevherler bizi daha da ışıldatır. Bu dersleri hayatımıza taşıyarak etrafımızı da aydınlatırız. Gerçekten de çoğu insani ve sosyal gelişim, insanların acılı deneyimlerinden çıkarılan dersler üzerine kurulmuştur.
Mücevherleri bulmak…
O halde sıkıntılı deneyimlerimizi nasıl daha değerli hale getiririz?
1.Deneyimlerinizi kucaklayın …
Yaşadığımız deneyimlerin büyük bir kısmını biz seçmeyiz. Irk, cinsiyet, hangi ortama doğduğumuz, hangi maddi koşullarla yetiştiğimiz, hastalıklar, kazalar, genellikle başımıza gelen şeylerdir. Bunlara tepkimiz ne olursa olsun, olumsuz gördüklerimiz bize acı verir.
Aslında hala bir seçim şansımız vardır. O da başımıza gelenlerden neyi öğreneceğimiz ve bu idraki hayatımıza nasıl taşıyacağımızdır.
Ünlü psikiyatr Viktor Frakl , nazi kamplarında esir tutularak geçirdiği dönemlerin ardından Logoterapi yöntemini geliştirmiş ve şunu dile getirmiştir:
“Toplama kamplarında, yoldaşlarımın bazılarının domuz gibi, bazılarının da aziz gibi davrandıklarına tanık olduk. İnsanın içinde her iki potansiyel de vardır ve hangisinin gerçekleşeceği koşullara değil, kararlara bağlıdır."
Ünlü caz şarkıcısı Nina Simone’u örnek vermek istiyorum: 3 yaşında piyano çalabilen bu dahi kadın, siyah olduğu için müzik okuluna kabul edilmemiş, yaşadığı dönemde sürekli ayrımcılığa uğramıştır. Sonrasında bu deneyimlerini toplumsal öğrenime çevirmeyi hayat boyu ilke edinmiştir ve 2018 yılında Rock & Roll’un anılan ünlüleri arasına girmiştir.
MS hastası büyük bilim adamı Steven Hawking, 20 li yaşlarında hastalığını öğrendiğinde ve zamanının az kaldığını düşündüğünde uzay/zaman üzerine çalışmaya karar vermiş, en büyük kuramlarını belki de hastalığı sayesinde üretmiştir. Kendisi hayatı çok sevdiğini birçok yerde ifade etmiş, “yaşam ne kadar zor görünürse görünsün, her zaman başarabileceğiniz bir şey vardır, kendinizi bırakmayın" sözlerini sarf etmiştir.
Deneyimlerimizden öğrenmeye açık olduğumuzda geçmişimizle daha sağlıklı bir ilişki kurabiliriz. Yaşantılarımız başımıza gelen anlam veremediğimiz olaylar bütünü olmaktan, anlamlı bir akış olmaya doğru ilerler.
2. Yavaşlayın, bu size hız kazandıracak
Bu ters duyulsa da bir benzetme ile anlatabileceğimi düşünüyorum. Okla yayı düşünün. Okun uzağa gidebilmesi için önce biraz geri çekilmesi ve nişan alacak kadar beklenmesi gerekir. Bu deneyimlerimize biraz dışarıdan bakıp, yavaşlayıp ve üzerinde sakince düşünmeye benzer. Yazar Franz Kafka’nın dediği gibi:
“Odanızdan çıkmanıza bile gerek yok, masanızda oturun ve dinleyin. Hatta dinlemeyin bile, sakince bekleyin; dünya ayaklarınıza gelecek, kendini zevkle size sunacaktır ".
3. Öze nasıl ineceğinizi bulun
Sıkıntı yaşadığımız konuların etrafına genellikle birçok hikâye öreriz. Bunların bir kısmı yaşadığımız olayları, çoğu ise aralardaki boşlukları doldurduğumuz kendi kafamızdaki kurgumuzu yansıtır. Hikayelerimiz, özümüzdeki bir inanç, varsayım, kabullenmeme, direnç, vb. dan türetilir. Biz çoğunlukla olay örgüsü ve hikayelerin yarattığı sis bulutu yüzünden özü görmekte güçlük çekeriz.
Bu aşamada kendi öze inme yönteminizi keşfedin. Günlük tutabilir, farklı bakış açıları sağlayacak kişilerle konuşabilir, deneyimlerinizi insanlara aktarabilirsiniz. Hikayelerinizin tek yönlü olmadığına emin olun. Örneğin deneyimlerinizde başınıza hep aynı şeyler geliyorsa, her şey sizi buluyorsa hikayedeki kendi payınıza bir kez daha bakmanız gerekebilir.
Samimi, yargılamaktan uzak ve tarafsız geri beslemeler hazine değerindedir. Bunu yapabilecek duygu ve düşünce ortakları edinmek işinize yarayacaktır. Bunun için iyi bir koçla çalışabilirsiniz*.
4. Öğrenimlerinizi somutlaştırın
Çıkardığınız dersleri hayata nasıl taşıyacağınız, ne gibi aksiyonlar alabileceğiniz üzerine kafa yorun. İlk adımlarınızın neler olacağını, bunları ne zaman hayata geçirebileceğinizi, size kimlerin destek olabileceğini, neye ihtiyaç duyduğunuzu belirleyin.
Öğrenimlerinize göre yeni hikayeniz nedir? Bunu ihtiyaç duyduğunuzda nasıl anlatacaksınız?
5. Hayatın akışında mücevherlerinizi takarak ilerleyin
Eski Tao inancı, hayatın gürül gürül akan bir nehir olduğunu söyler. Bu nehirde bazen taşlara çarparız, dikenli bitkiler vücudumuzu dalar. Benzer şekilde, yaşadıkça hayal kırıklıkları ve üzüntüler ediniriz; bazen bu çağlayan nehir bize korkutucu gelir. Nehrin daha durgun kıyılarına, hatta bazen hiç akmayan ölü göletlerine doğru çekiliriz. Buralarda hayatın güvenli olduğu doğrudur, ancak bir o kadar da yavan ve tatsızdır. O berrak akan coşkulu sulara imrenerek bakar, hayatı dolu dolu deneyimlemenin özlemini duyarız.
Durgun sulara çekildiğinizi hissettiğinizde dinlenme ihtiyacınızı kabul edin ve kendinizi izlemeye devam edin. Kenara çekilmek, bazen geri durup deneyimlerinizin meyvelerini olgunlaştırmak gibidir. Nehre küsmeyin ve korkmayın, diğer taraftan geri dönmek için acele etmeyin. Kendinize öğrenme ve idrak için zaman verin, çalışın ve tekrar hazır olacağınıza inanın. Unutmayın o nehirde bir kez yüzdünüz, yine yüzebilirsiniz.
Şimdi sizi başta gözünüzün önüne getirdiğiniz deneyimi tekrar hatırlamaya davet ediyorum. Bu deneyiminizle ilgili hangi aşamadasınız ve bundan sonra ne yapmak istiyorsunuz?
*Yazıdaki öneriler, patolojik bir durumunuz olmadığı varsayımı üzerine yapılmıştır. Kaygı bozukluğu, depresyon, hayatı sürdürmede zorluk veya işlev kaybı gibi patolojik bir durumunuz varsa bir terapistle görüşmenizi öneririm.
Commentaires