Ben büyürken enflasyon rakamları yüksekti, bu yüzden üniversite 1. sınıfta ‘’ekonominin en büyük sorunu nedir?’’ sorusuna ‘’enflasyon'' cevabını vermiş ve ekonomiden sınıfta kalmıştım. Ertesi sene ekonominin en büyük sorununun ‘’kıt kaynaklar’’ olduğunu öğrendim, o zamanlar sanki bana dünyanın da en büyük sorunu buymuş gibi geliyordu. Bugün ise dünyanın en büyük sorununa cevabım farklı.
Evet, kıt kaynaklar gerçekten ekonominin en büyük sorunu ve biz insanlar yıllardır buna çözüm bulmaya çalışıyoruz. Özellikle son 100 yıldaki gelişmelerle yeni kaynaklar bulduk, verimliliği artıracak teknolojiler geliştirdik, düzgün kaynak paylaşımı için yönetim sistemleri kurduk. Bütün gelişmelerin sonucu olarak ortalama ömrümüz uzadı, oturduğumuz yerden alışveriş yapıyor, hatta flört bile edebiliyoruz, şanslı olanlarımızın gündelik yaşamları daha konforlu. Diğer taraftan insanlık olarak yaşadığımız temel sorunlar hala aynı: Savaş, açlık, doğanın yıkımı gibi dertlerimiz devam ediyor, belki sadece biraz şekil değiştirdi. Biz insanlar ileride başka gezegenlerde kaynaklar keşfedip kullansak ve kolonileşsek de böyle gittiğimiz sürece bu insani sorunların çözülmeyeceğini; bizim de hala kıt kaynaklardan ve nüfustan şikayet etmeye devam edeceğimizi düşünüyorum.
Çünkü biz savaşlara, açlığa, doğaya ne kadar üzülsek de bu dertler başımıza direkt iş açmadıkça genellikle önceliğimiz olmuyor. Biz insanlar, liderler, kurumlar, yine kendimizin kurduğu bu büyük sistemin içinde kendi varoluşumuzu garantilemenin ve hatta büyütmenin peşine düşüyoruz.
Çocukluğumuzda, tüm bunların peşine düşmeden önce hayallerimiz ve heyecanlarımız vardı; sonrasında korku ve kaygılarla tanıştık. Zaman içinde ise büyük bir kısmımız için korku ve kaygılar, hayal ve heyecanlara üstün geldi. Hayallerini amaca dönüştürmüş girişimcileri, bireyleri ve idealistleri biraz ayrı tutuyorum. Çoğumuz, ‘geçimimizi sağlayalım’, ‘evimizi arabamızı alalım’, ‘çocuğumuzu okutalım’ larla başlayıp zaman içinde kendimizi oyuna kaptırdık. Eski naif hayallerimizi unuttuk, onları beslemediğimiz için çocuksu halleri ile güdük kaldılar.
Evet, sistemin büyüklüğü, işleyişi, dinlediğimiz haberler, okuduğumuz makaleler, liderlik koltuklarına bağımlılık geliştirmiş yöneticiler (böyle olmayan lider de var ve çok saygıdeğer buluyorum) korku ve kaygılarımızı genellikle besler; böylece önceliğimiz her zaman kendimizi korumak ve kurtarmak olarak kalır. Hatta belki biz de başkalarının kaygı ve korkularını besleyenlere dönüşürüz. Varlığımızı büyütmenin yolu çoğumuza sistem içindeki dikey basamakları çıkmak gibi görünür. İşte tüm bunların sonucu olarak da yine kendi yarattığımız örgütlerin (STK’lar dahil), ülkelerin ve birliklerin hemen hemen hepsinde çıkar ve ego çatışmaları, köşe kapmaca devam edip gidiyor. Biz çocukluğumuzun cennetini beslemediğimiz için cennet vaadi ancak dinlerde ve ütopyalarda yer bulabiliyor.
‘’Biz bireyler olarak işi gücü bırakıp kendimizi insanlığa mı adayalım yani’’ gibi itirazları duyar gibiyim. Önerim olan çıkar yolu, 3 maddede hem bireyler, hem liderler, hem de örgütler için özetlemeye çalışacağım.
1. İçinde bulunduğunuz sistemin sanal olduğunu unutmayın:
Psikolojideki tanıma göre iç çatışma, kendimiz olmakla sisteme uymak arasındaki gidiş gelişlerimizdir. Çoğumuz bu çatışmayı içimizde farklı şiddetlerde yaşarız, genelde de nasıl işin içinden çıkacağımızı bilemeyiz.
Konu şu ki, Harari’nin de dediği gibi örgütler ve devletler, işbirliğine yönelik yarattığımız sanal sistemlerdir. Bizler bu sistemlerin içinde oyunlarımızı oynarız. Bunların sanal olduğunu unutup gerçek sanmak, kendimizle olan bağımızı zayıflatır ve gerçeklik algımızı şaşırtır.
Gerçek büyüme, kendi iç dünyamızın ve manevi varlığımızın gelişimidir. Ancak buradaki gelişim bizi doyuma ve huzura ulaştırabilir; bazen dışa doğru sistemleri değiştirecek şekilde etki de yapabilir. Bunun tarihte Ghandi, Atatürk, Martin Luther King gibi çok sayıda örneği vardır. Bu kişiler, önce kendi bireysel gelişimlerini sağlamış, maneviyatlarını yükseltmişlerdir. Sistemde en tepeye yerleşmeleri, büyük ruhsal varoluşlarının vücut bulmuş hali gibidir.
2. Kendi cennetinizi hayal edin ve onu büyütün:
Biz hala 2 milyon yıl önceki beynimize çok benzer bir beyne sahip olduğumuz için korku ve kaygıya duyarlıyız. Bu duygular, özellikle ilkel çağlarda bizim hayatta kalmamızı sağladı. O yüzden bu iki duygumuz çok güçlüdür ve çok az miktarı bile genellikle ortama yayılıp soluduğumuz havayı zehirlemeye yeterlidir.
Oysa hayaller çoğunlukla uçucudur, sürekli beslenmeleri ve geliştirilmeleri gerekir. Cennet belki hep dini veya ütopik bir vaat olarak kalacak. Bunu bilseniz de kendi ütopyanızı içinizde besleyin ve yaşatın. Dünya üzerinde hükmünüz varmışçasına dünyayı değiştirme hayali kurabilirsiniz. Kaldı ki kendi iç dünyanız üzerinde sadece sizin hükmünüz var. Unutmayın ki sizi kendi cennetinizden ancak kendiniz kovabilirsiniz.
Kendi iç cennetiniz ve hayaliniz varsa, gerçekten vizyoner bir lider olabilirsiniz ve insanları sürükleyebilirsiniz. Motivasyonu bazen korku ve kaygı ile sağlamak da mümkündür. Fakat bunu yaptıkça bilin ki savaş, yıkım devam edecektir.
Kurum, örgüt veya devletseniz bana göre en büyük gücünüz, hayal ettiğiniz ve sunmaya çabaladığınız cennettir.
3. İnsani değerler belirleyin ve bunların etrafına şekillenin:
Hayallerimizdeki cennetten türettiğimiz değerler, yarattığımız sanal dünya ile kendi iç cennetimiz arasındaki köprümüzdür.
Değerleri bir kenara bırakıp, başımıza gelen olaylar bazında her şeye tek tek karar vermeye çalıştığımızda hayat çok ikircikli olabilir. Karar bekleyen her durum ve olay yeni bir tartışma konusu, ruhumuzu yiyen yeni bir çatışma haline gelebilir. Ayrıca her biri bizi bu sanal oyunun içine daha çok çeker ve onu daha gerçek sanırız. Bazen de ‘’bir kereliğine’’ diye düşünüp, çok değer verdiğimiz şeylere karşıt kararlar alırız. İşte bu, kirlenmemizin başlangıcıdır. Çoğunlukla bu ‘bir kere’, içimizdeki bir sınırı geçmemizi sağlar ve devamının gelmesini kolaylaştırır. Kendimizi kaptırdığımız oyunun içinde neye değer verdiğimizi unuttuğumuzda, iç dünyamızı gittikçe daha çok kirletme riskini taşımaya başlarız. Bu da iç çatışmamızı artırır.
Liderseniz ve değerlerinizi net ortaya koyup temsil etmiyorsanız, benzer süreci ekibiniz, kurumunuz, ülkeniz içinde yaşarsınız. Sonu gelmeyen olay bazlı tartışmalar, her yeni çıkan değişimin etrafındaki bitmeyen bir girdap, ne olduğu belli olmayan bir ahlak sistemi, insanlara farklı muamele sonucu ayrışmalar gittikçe artar. Sonuç yine savaş ve yıkımdır.
Örneğin ‘’insanlar arasında ayrımcılık yapmamayı’’ bir değer olarak koyduğunuzu düşünün. Artık kararları almak veya çatışma halinde tarafınızı belirlemek de daha kolay olacaktır. Siz hangi durumda ve ne pahasına olursa olsun ayrımcılığı reddeden tarafta olacaksınızdır. Konuların tekrar tekrar tartışılması gerekmez. Bir liderseniz ve bu değerinizi anlatıp tavizsizce yaşatıyorsanız, ekibiniz de bu tür bir konuda ne sizinle, ne de kendi aralarında tartışmaya girmez. Şimdi büyük bir kurumun değerinin ‘’çevreye zarar vermemek’’ olduğunu ve kurum liderlerinin bu değeri sonuna kadar savunacak iç bütünlükte olduğunu düşünün. Atılan her adımın çevreyi korumaya yönelik olması sizce nasıl olurdu?
Koruyup temsil ettiğiniz insani değerler sistemi, iç cennetimizi koruyan ve onun kirlenmesini önleyen gardiyanlar gibidir. Cehennemin zebanilerinden sizi ancak cennetinizin değerler sistemi koruyabilir.
Gördüğünüz gibi önerilerimin hepsi, bireysel ve ruhsal gelişime dayanıyor. Kanımca insanlığın en büyük sorunu, bu gelişimin eksikliğidir ve gerçekten ileri gitmenin yolu buradadır. Dünyayı kurtarmak, kendimizi kurtarmakla başlayacaktır. Liderlerin etki alanları geniş olduğu için kendilerini geliştirmelerinin etkisinin de daha çok olacağı inancındayım. Ruhsal gelişimini dağlara yerleşip insanlardan uzaklaşmaksızın gerçekleştirmeye çalışan, kaynayan kazanın ve zehirli atmosferin içinde her şeye rağmen hayallerini ve insani değerlerini koruyan liderlere saygım büyük. Umut da bence burada…
Comments