Çalışma hayatımın ilk yılları, bu ve benzeri sözleri duyarak ve içerleyerek geçti. 20’li yaşlarımda konuları genellikle kişisel alırdım. Bunun yanı sıra pozitif algılanmayan yoğun duygularımı ne yapacağımı bilmez, onları genellikle gözyaşı şeklinde işyerlerinin tuvaletlerine akıtırdım. Sonrasında eve gelip ofisteki dertlerimle ev halkının başının etini yediğim de çok olmuştur.
Yaşanmışlığım arttıkça duygularımın yükünden kurtulup gözlemci konumuna geçebilmeye başladım. Kariyerimin son 8-10 yıllık döneminde bu cümlenin sonrasında neler olduğuna dikkat ettim. Genellikle cümlenin sarf edildiği toplantı ya daha da alevleniyor ya da hızla sona ulaşıyordu. Bir başka gözlemim ise, bu toplantılardan bir sonuçla çıksa da bunun pek de benimsenmediği yönünde oldu. Alınan kararlara yönelik uygulamalar fakir kalıyordu.
Toplantıların tekrarlandığını, katı kurallarla sonuçların uygulatılmaya çalışıldığını da gördüm. Uzun vadede çok işe yaradığına rastlamadım. Yani şu “duygular” toplantılarda bir kenara bırakılsa bile ilerleyen günlerde tekrar tekrar hortluyor, herkesin ayağına dolanıyordu.
İçimizdeki gürültü…
Şimdi sizden ricam şu: İşyerinizdeki, size sıkıntı veren ve ortak bir karara bir türlü bağlanamayan bir toplantıyı veya çalışmayı hayal edin. Toplantı birçok farklı konuda olabileceği için konusunu bir kenara bırakalım.
Şimdi sizi, bu toplantıdaki yapıcı olmadığına inandığımız, insanların içinde konuşan sesleri dinlemeye davet ediyorum. Kendi deneyimlerimden birkaç örnek sesi aşağıya yazacağım. Bir adım daha ilerleyip bu kibar iç seslerimizi sivrilteceğim ve gerçekte ne diyor olabilirler, onu da altına yazacağım:
Bu seslerin zaman zaman içimizde konuşması çok doğaldır. Bunlar, bir şeylerin yolunda gitmediğini bize haber veren sezgilerimizdir. Bu sezgilerimiz her zaman doğru olmasa bile, bizi dürttükleri için enerjimizi alır.
Ekip çalışmalarında neredeyse her kafada bir iç ses konuşuyor, fakat dile gelmiyorsa bir sonuca varmamız iyice zorlaşır. İç seslerin gürültüsünden dışarıdaki sesleri dinleyemeyiz ve etkili şekilde çalışmamız/karar almamız neredeyse olanaksız hale gelir. Toplantılarımızda tartışılan konu kısır döngüye girmiş gibi görünür. Oysa engel, çoğunlukla konu ile ilgili değildir; duygular ilerlemenin yolunu tıkamaktadır. Bu duyguların yarattığı gerilim bastırıldıkça, çok daha büyük gerilimler oluşur, patlama olasılığı da artar.
Gürültüyü dinlemek…
Fizikçi ve terapist Arnold Mindell’in dile getirdiği gibi ekipler de tıpkı bireyler gibidir. Onların da ruhları, duygu dünyaları, hatta bilinç altları vardır.
Ekip çalışmalarında bastırılan iç sesler ve duygular, ekiplerin bilinçaltına gider. Bilinçaltındaki duygular yok olmadıkları gibi, derinlerden ekipleri sabote eder. Bu sabotaj dedikodu, alaycı şaka, iletişim kopuklukları ve bozuklukları, duvar örme, yavaşlık, hatta bazen açıkça kavga şeklinde görülebilir. Ülkemizi de dev bir ekip gibi düşünürseniz birlikte yaşayışımızı nasıl sabote ettiğimizi görebilirsiniz.
Günümüzün dünyası çoğunlukla zihinsel yaşantıyı ve düşünceleri ön plana alır. Hele ki işyerine “duygu” getirmek genellikle zayıflık gibi algılanır ve profesyonellik dışı görünür. Oysa negatif hislerin ve karşıt görüşlerin sürekli kilit altında tutulması yaratıcılığı kapatır, bizi yavaşlatır ve sönük kararlara varmamıza yol açar.
Bu yüzden duygularımızı bir kenara bırakarak işimize bakmamız pek de mümkün değildir. Kanımca etkili bir ekibin en değerli yeteneklerinden biri, olumsuz olduğu düşünülen duygularını veya karşıt görüşleri yeri geldiğinde açıkça tartışabilmesidir.
Bir ekipteki iç sesleri dış sese dönüştürmek, bunu gereken hassasiyetle ve yapıcı bir sonuç üretebilecek şekilde yapmak ustalık ister. Bazen zor diyaloglar yaşanacak, kişiler kendileri ve birbirleri ile yüzleşecektir.
Bu noktada ekibinizle çalışması için bağımsız bir takım/ilişki koçundan yardım alabilirsiniz. Oldukça donanımlı ekip liderlerine veya katılımcılarına da rastlıyorum. Yine de bir ekibin hem parçası olmak, hem de tarafsız şekilde tüm sesleri ortaya çıkarmak ve duygulara inmek; gerek ekip lideri, gerekse ekip üyeleri için oldukça zordur.
Duygu ve fikirlerin özgürce dile gelmesi, tıkanmış bir su kaynağının açılmasına benzer. Biz tıkanıklığı gidermediğimiz sürece suyun baskısı artacak, eninde sonunda suyun gücü yıkıma yol açacaktır. Oysa tıkanıklığı giderirsek farklı su kaynaklarını da ana nehre katıp zenginleşebilir ve güçlenebiliriz.
Son olarak aile kurumuna da değinmek istiyorum ve kendini kısır döngüde hisseden evli çiftleri veya ebeveynleri bir soru ile bırakmak istiyorum: İnsanların hep aynı fikirde olması mümkün olmadığına göre, acaba fikir ve duygu farklılıklarınızı da güzelce tartışabilseniz ilişkiniz nasıl olurdu?
Herkese sevgiler…
Comments